Pandemi döneminin tüm dünyaya verdiği en önemli ders, enerjiyi ürettiğimiz kaynaklarının insana, çevreye ve doğaya etkisinin ne olduğu sorusunda düğümleniyordu.
geçen gün bu yönde farkındalığı görmek elbette mutluluk vermeli hepimize…
35’inci yılımda olduğum iş hayatım boyunca, mesleğim gereği yalnızca enerji başlığına odaklanmayı asla yeterli görmedim.
Üyesi olduğum mesleki sivil toplum kuruluşlarında ve sekiz yıl Yönetim Kurulu’nda yer aldığım Ege Bölgesi Sanayi Odası’nda “Enerji”, “Enerji Verimliliği”, “Yenilenebilir ve Temiz Enerji” başlıklarını toplumun gündemine taşımaya gayret ettim.
Elbette bu işler bir kişinin emeği ve bilgisi ile olabilecek çapta değildi.
Birlikte çalıştığım arkadaşlarıma minnet borcumu her zaman ifade etmekte de duraksamadım.
***
Blog yazılarımda da sıklıkla yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarının önemini, rakamsal veriler eşliğinde sizlerin dikkatine sunmaya çabalıyorum. Ülkemizin enerji üretiminde hidrokarbon kaynaklarına olan bağımlılığının, gerçek bir “bekâ sorunu” olduğunu vurguluyorum ısrarla…
Son yıllarda gündemimizde sıklıkla yer alan “yerli ve milli” kavramlarının, enerji sektörü için taşıdığı hayati öneme dikkat çekiyorum.
Bunu yaparken ısrarla altını çizdiğim düşüncem şu:
Birincil enerji kaynaklarında kabaca yüzde 75 ithalata bağımlı bir ülke olarak, hiçbir enerji kaynağına ön yargılı yaklaşmamamız gerekiyor.
Öncelik sıralamamızı belirlerken hata yapmamak koşulu ile elbette…
Kurucusu olduğum Enerji Sanayicileri ve İş Adamları Derneği’nin Başkanlık görevinde de çok sık tekrar ettiğimiz ölçü şu idi:
Türkiye olarak yerli, yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarımızdan sonuna kadar yararlanalım. Bu kaynaklardan daha fazla enerji üretebilmek adına her türlü kolaylaştırıcı düzenlemeyi yapalım.
Buna rağmen enerji ihtiyacımızı karşılayamıyor muyuz?
O zaman elbette nükleer enerji santrali kurmayı düşünelim.
***
Bu duruşumuza eleştiri getirenlerin sığındıkları liman, “Nükleer Enerji santrallerinin de ‘yerli ve milli’ projeler olduğu, emisyonu sıfır olması nedeniyle çevreci yatırımlar arasında sayılabileceği” cümleleri idi.
2018 yılı Nisan ayında temeli atılan ve 4 seneyi geride bırakan Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) kapsamında yapılan haberlerde, bu yatırıma bilimsel verilerin kuşkusu ile yaklaşan görüş ve analizleri okumak pek mümkün değil. Akkuyu NGS, 1,200 megavatlık 4 üniteden oluşacak ve toplamda 4,800 megavatlık kurulu güce sahip olacak. Kaynak çeşitliliği sağlayarak enerji arz güvenliğine katkı sağlayacağı belirtilen Akkuyu NGS’nin, işletmeye alındığında Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde 10’unu karşılayacağı belirtiliyor.
***
Enerji uzmanları ve mühendislerin kamuoyuna açıklamaları da kafamızdaki soru çengellerinin sayısını artırıyor.
Santralin soğutma sistemine ilişkin eleştiriler, deniz canlılığına vereceği zarar, çok yakınından fay hattı geçmesi, üretilecek elektriğin astronomik maliyeti ve alım garantisi ve yapım modeli bu eleştiri başlıklarından birkaçı.
Rusya devlet şirketi tarafından; teknolojisinden yakıtına, atığına; yapımından işletilmesine kadar her boyutta Rusya’ya bağımlı olan bu santralin kurulması halinde, Rusya Türkiye’nin doğalgaz, kömür ve petrol gibi enerji girdileri ithalatında üçte bir, toplam enerji arzında ise dörtte bir düzeyinde olan payını daha da artıracak.
“Hafıza-i beşer, nisyan ile malûldür.” der eskiler.
Yani, insan hafızası unutkanlıkla sakattır.
2015 yılı Kasım ayında Rus uçağını düşürmemiz sonrasında, bu ülke ile yaşadığımız gerginliği hatırlayanlarımız var mı bilmiyorum…
O zamanlar kafamızı en çok kurcalayan soru neydi:
Rusya doğalgaz vanamızı kapatır mı?
Böyle bir olasılığın ne anlama geldiğini görmek isteyenler 31 Mart 2015’ta yaşanan enerji felaketini ve ülkenin yüzde 90’ının saatlerce elektriksiz kaldığını hatırlamalı.
***
Ve hesabın şaştığı en önemli kalem, enerji üretim maliyeti…
Akkuyu NGS’nin üreteceği elektriğin yarısı için, devletin garanti ettiği alım fiyatı olan 12.35 USD/ cent seviyesi; piyasa ortalamasının 2,5 ilâ 3 katı, rüzgâr enerji santrallerinden üretilen elektrik fiyatının ise 4 katı düzeyinde Bu bedeli hepimizin ödeyeceğinden kuşkunuz olmasın. Akkuyu santralinin yılda 38 milyar Kilovatsaat elektrik üretilmesi planlanıyor. Bunun yarısı olan 19 Milyar kilovatsaat için devletin bir yılda ödeyeceği bedel 2 milyar 346 milyon ABD doları.
Aynı devlet, aynı elektriği piyasa fiyatı olan ortalama 4.5 cent/KWH bedelle alsa, ödeyeceği miktar 855 milyon ABD Dolarına karşılık geliyor. Yani vatandaşın cebinden fazladan yılda 1 milyar 491 milyon ABD Doları, on beş yılda toplam 22,3 Milyar Dolar yatırımcı Rus şirketine aktarılacak.
Yakıtından, atığına; yapımından işletilmesine kadar her boyutta Rusya’ya bağımlı olan ve bir Rus şirket tarafından işletilecek bu santralin; Türkiye’ye nükleer teknolojiyi getirmekle kalmayıp, geliştireceği ve çağ atlatacağını söyleyenler ne kadar haklı?
Yanıtı siz sevgili dostlarıma bırakıyorum.
Ülkemizin iş sağlığı ve güvenliği konusundaki sicilini hatırladığımızda, tedirgin olmamız için çok sebep bulunuyor.
***
Ve bence bir diğer önemli soru:
Rusya, yaşadığı facialarla pek çok kez haberlere konu olan bir ülke. Akkuyu’da kurulacak santralin “En yeni ve en güvenli 3. Nesil Santrallerden biri olacağı” belirtiliyor.
Pekâlâ Rusya’nın kendi topraklarında böyle bir deneyimi var mı?
Hayır yok!
“Bu deneme tahtası Türkiye’nin boynuna mı asılacak” sorusu haksız bir soru mu sizce?


